*** SEVGİ YOLU ***
  Namaz bizi kılar
 

 

Biz namaz kılarız, namaz bizi insan kılar

 
 

Namazın manası; Allah’ı “Sübhanallah” diyerek O’na yakışmayan her şeyden ve yaratılmışların alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, “Elhamdülillah” diyerek ihsan ettiği dünya ve ahiret ni’metlerine şükretmek ve “Allahu Ekber” diyerek bütün isim ve sıfatlarıyla her şeyden üstün olduğunu ilân etmekle hürmet göstermektir. Kâinatta îmandan sonra en büyük hakikat olan namaz Kur’an’da 70 kez emredilmiş bir şeâir-i İslâmiyedir.

Ve Resûlullah (asm)’ın “İslam dininin direği” dediği namaz; çok kıymettar ve mühim olmasıyla beraber ucuz ve az bir masraf ile kazanılabilen ve bütün ibâdetlerin fihristi hükmünde küllî bir ibâdettir.


Allah, şu kâinat sarayını kendisini tanıttırmak için inşâ etmiştir. Namaz, O’nu tanımaktır.
Allah, âlemi kendisini sevdirmek için nihâyetsiz zînetler ile süslemiştir. Namaz, O’nu sevmektir.
Allah, gördüğümüz hârika ihsanlarıyla bize olan muhabbetini gösterir. Namaz, O’na muhabbet ve itaattir.
Allah, görünen nîmet ve ikramlarıyla bize olan şefkatini ilân eder. Nihâyetsiz bir şefkat ise elbette nihâyetsiz bir hürmete layıktır. Namaz, O’na hürmettir.
Allah, yaptığı mükemmel san’atlarla bize gizli güzelliğini gösterir. Namaz, O güzele iştiyaktır.
Allah, benzersiz san’atlarıyla her şeyin kendisine has oluşunu ve kendi kudret eseri olduğunu i’lan eder. Namaz, O’nu tek, benzersiz ve ortağının olmayışını kabul etmektir.
Namaz, yaratılışın asıl vazifesi ve kulluğun esasıdır.
Namaz insanı yokluk karanlılarından varlık âlemlerine getiren ve onu câmit bir taş, ruhsuz bir ot veya şuursuz bir hayvan değil de eşref-i mahlûkat ve halîfe-i zemin olarak yaratan Allah’a, şükür ve O’nu en üstün bir şekilde övmektir.
Namaz, bütün mahlûkatın ibâdetlerine işâret eden kudsî bir haritadır.
Namaz, yaratılmış olmayı, abd oluşu, âciz, fakir, kusurlu ve fâni oluşu ve elbette ki yaratana muhtaç oluşu kabul ve izhardır. Yani namaz, kulluğun ilânıdır.
Namaz, haddini bilmektir.
Namaz, ibâdetlerin her çeşidini içeren nûrânî bir fihristedir.
Namaz, Allah’ın belirli vakitlerde manevî huzuruna yapılan davettir.
Namaz, mi’raçtır. Her Allahu Ekber bir basamağıdır.
Namaz, Allah’ın kullarına hediyesidir.
Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir bağlılık ve yakınlık, ulvî bir münâsebettir.
Namaz sevgiliyle yapılan kudsî bir sohbettir.
Namaz, her bir ruh ve vicdanın lakayt kalamayıp iştiyak ile yapmak istediği ulvî ve nezih bir hizmettir.
Namaz, fânilere tenezzül ve minnet zilletinden kurtulup Bâki’ye müteveccih olmaktır.
Namaz, bizi unutan ve elimize geçmeyen dünyayı, “Allâhu Ekber” diyerek elimizle arkamıza atıp vefasız dünyaya onu unutmakla ceza vermek ve dertlerimizi kalbin ağlamasıyla rahmet dergâhına döküp, Allah’ın Rahmet kucağına sığınmaktır.
Namaz, Kalp, ruh ve duyguların gıdasıdır.
Namaz, kabrin arkasında devam etmekte olan beşer yolculuğunda bir bilettir.
Namaz, dünyada manevî kuvvet, kabirde gıda ve ziya, mahşerde kurtuluş senedi, sırat köprüsünde Burak’tır.
Namaz, îmanı ışıklandırıp inkişaf ettirendir.
Namaz, Allah’ın büyüklüğünü kalplere yerleştirendir.
Namaz, akılları Allah’a yönelten ve ilahî adalet kanunlarına itaat ettirendir.
Namaz, kâinattaki Allah’a âit nizamı i’landır.
Namaz, kâinat ile ahenktir.
Namazsızlık ise; ilahî düzenden çıkmak, ahengi bozmak ve Allah’ın va’dini ve rahmetini suçlamaktır.


NAMAZ NİÇİN KILINIR?
Aslında Allah’ın yarattığı bir kul olduğunun idrakine varmış bir insan için namazı anlamak o kadar zor olmasa gerek. Zira herkesçe malumdur ki, kulluk; itaattir. Allah’ın meâlen, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zariyât, 50) buyurmasıyla ve daha bir çok âyetlerle açıkça anlaşılan, insanın ibâdetle emrolunmasıdır. Âlemde Allah’ın hiç bir mahlûku gâyesiz, vazîfesiz ve başıboş yaratmadığı âşikardır. Allah, ‘küçük bir kâinat’ denilecek kadar mükemmel yarattığı insana da küllî bir ibâdet vazifesi vermiştir. İbadet; kulluk etmek, itaat etmek manasını taşır. Yani aczini, kusurunu görüp yaratıcının Kudret, kemalat ve Rahmet’inin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.

Kâinata baktığımızda, Allah’ın, her şeyi, vazifesine uygun bir şekilde yarattığını görmekteyiz. Mesela, bal yapmak ile vazifelendirilmiş olan arı, azaları ve hisleri ile bu vazifeye gâyet münasip yaratılmıştır. Dolayısı ile vazifesi ibâdet olan insanın yaratılışı da, vazifesine elbette münâsiptir ve ibâdeti ister. Elemler ile müteellim, lezzetler ile mütelezziz olmakla korku ve ümit arasında devamlı med-cezir yaşayan insan rûhu, acziyete bürünerek Kudret sahibi yaratıcısına sığınma ihtiyacı hissetmektedir.

adem ibâdet yaratılışımızın gâyesidir. Ve madem namaz ibâdetlerimizin temelidir; kulluğunu idrak eden insan, aklen, rûhen ve kalben yaratıcısına itaat etme ihtiyacını ve iştiyakını duyacak ve “Neden namaz kılıyorum?” sorusuna cevabı “Beni yaratan Allah emrettiği için” olacaktır.

lbette ki namazın hikmet ve faydaları bildiklerimizden daha fazladır. Fakat biz namazı hikmet ve faydaları için değil, Allah emrettiği ve O’nun rızası için kılarız. Farz-ı muhal namazın faydalarının olmadığı düşünülse bile, bir Müslümanın namaz kılması için Allah’ın emretmesi yeterlidir. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifâdesiyle, “İbâdetin râhu, ihlâstır. İhlas ise, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.”


NAMAZSIZLIĞIN SEBEBİ NEDİR?
Sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyin! Şüphesiz ki o, (Allah’a) gönülden bağlı olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Onlar ki, gerçekten rablerine kavuşacak ve O’na dönecek kimseler olduklarını sezerler. (katî olarak iman ederler)” (Bakara 45-46)

amazsızlık gaflet ya da inkâr veya îman zayıflığı sebebiyledir. İnkâr, insanın âcizliğini bilmemesidir. Aczini bilmemek, kibri netice verir. Kibir ise, kulun yaratıcısına acziyet itirafı olan secde etmeye mani olur. Dünyayı, asıl olan âhiret hayatının önüne geçirecek derecede maddiyat ile meşgul olmak ise gafleti netice verir.Gafletin tarifi işlenen günahlardan vicdanın azap duymamasıdır. Gaflet kalınlaştıkça Allah’a muhabbet ve korku azalır. Akabinde îmanın alâmetleri olan başta namaz ve diğer farz ibâdetlere karşı tembellik başlar ve zamanla terke uğrar. İman da tehlikeye girer. Nitekim Efendimiz (asm), “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” buyurmuştur. (Müslim)

emek ki, kişinin dînini muhafaza eden en önemli esas namazdır. Lâkin bu çok mühim ve kudsî hakîkate gösterilecek tembellik sebebiyledir ki; namaz, Hz. Peygamberimizin (asm) ümmetine vasiyeti olmuş ve son sözlerinde; “Namazlara dikkat ediniz. Namazlara dikkat ediniz!” buyurarak o şefkatli Peygamber ümmeti için namaz hususunda ne kadar endişelendiğini göstermiştir. (Kenz)


ALLAH’IN BİZİM NAMAZIMIZA İHTİYACI MI VAR?
Bedîüzzaman Hazretleri şöyle der:

“Cenâb-ı Hak senin ibâdetine muhtaç değil. Hem hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibâdete muhtaçsın sen manen hastasın. İbâdet ise senin manevî yaralarına tiryak hükmündedir. Acaba bir hasta, o hastalığı hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrarına mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun? Bu sözün ne kadar manasız olduğunu anlarsın.”

Günde beş vakit ezanla nihâyetsiz merhamet sahibi Rabbi tarafından manevi yaralarının tedavisi için huzura çağrılan insan, namaza muhtaçtır. Çünkü şuuruyla, aklıyla olmasa da hissen ve fıtraten hissediyor ki: İnsan zayıftır; fakat her şey ona ilişir, onu üzüyor. Âcizdir; fakat düşmanları ve belaları hadsizdir, onu yoruyor. Fakirdir; fakat ihtiyaçları ve istekleri nihâyetsizdir, ulaşamıyor. Hem tembel ve güçsüzdür; fakat hayat yükü ağırdır, taşıyamıyor. Neredeyse kâinatın hepsini sever ve alakadardır, hâlbuki onlar onu terk eder, daima ayrılık acısıyla perişan oluyor. Aklı ona yüksek maksatlar, büyük idealler gösterir. Fakat eli kısa, ömrü kısa, iktidarı ve sabrı kısadır, fâni dünyada yüksek maksatlarına yetişemiyor. İşte bu vaziyetteki ruh; hayat yüküne tahammül, dünyevî işlerin baskısından istirahat ve kendini terk eden fani sevgililere bedel teselli için, Bâkî bir zatla sohbet etmek ister.

İnsanın fâni dünyasına bir parça nur serpecek, istikbâl karanlığını izâle edecek bir sohbet-i bakî olan namaz, ruh için gereklidir, elzemdir.



NAMAZI TERK EDENE KUR’AN’DA NEDEN ŞİDDETLİ TEHDİD VAR?
Her nefis (kendi) kazandığına karşılık bir rehinedir. Ancak Ashab-ı Yemin (amel defterleri sağ eline verilenler) müstesna. (Onlar) Cennetlerdedir; birbirlerine suçlular(ın halin)den sorarlar. (Sonra o günahkarları görünce dediler ki:) “Sizi Sakar’a (Cehennemin o dehşetli vadisine) sokan nedir? (Onlar şöyle) dediler: “(Biz) namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir 38-43)

Namazı terk eden, öncelikle nefsine zulmeder. Nefsin sahibi ise Allah’tır .

Namazı terk eden, mevcudatın ibâdetlerini göremez, belki inkar eder. Böylece Cenab-ı Hakk’ı zikretmekle kıymet kazanmış mevcudatı yüksek makamlarından düşürür. Ve namaz -bir subayın kendi bölüğünün yaptığı vazifeleri komutanına bildirmesi gibi- varlıkların zikir ve tesbihlerini insanın kâinatın sultanına takdim etmesidir. Namazı terk eden bu mesûliyetini yerine getirmemekle varlıkların haklarına manen tecâvüz eder.
Namazı terk eden, yaratılışının gayesi olan ibâdeti terk ederek ilahî hikmete tecâvüz eder.

Yani namazsız insan, Allah’ın abdi olan nefsine zulüm etmesi, mevcudatın manevi hukuklarına ve hikmet-i ilahiyeye tecavüz etmesiyle kendini şiddetli tehdide müstahak eder.


NAMAZIN FAZİLETLERİNDEN
1. Namaz, amellerin en üstünü, çekirdek bir ibâdettir: Nasıl Fâtiha Kur’an’a fihristedir, namaz da ibâdetlere fihristedir. Mesela; namaz esnasında yiyip içmemekle oruç, her gün bize verilen yirmi dört saatten bir saatini namaza ayırmakla vakte ve bedene ait zekât, kıbleye yönelerek Kâbe’yi karşımıza almakla hac ibâdetinin numûnesini içerir. Bunun beraberinde meleklerin, hayvanların ve bitkilerin ibâdetlerini de temsil eden bir ibâdet olmasıyla secdede, rükûda, kıyamda Allah’ı zikretmekte olan meleklerin ibâdetlerini, hem taş ve ağaç ve hayvanların o ibâdetlere benzeyen durumlarını andırır.

Namaz kılan insan, yeryüzünü büyük bir mescit tasavvur eder. Namazında, meâlen, “Yalnız sana ibâdet eder ve yalnız senden yardım dileriz” diyerek, yeryüzündeki bütün mü’minler namına, bütün varlıklar hesabına ve vücudundaki bütün zerre ve hücreler adına Rabbine ibâdet eder ve duâ eder.
İşte insanı insan kılan ve diğer mahlûklardan ayırarak eşref-i mahlukat yapan bu hususiyetidir. Yani kendi ibâdetiyle beraber sair mahlukatın da ibâdetlerinin farkına varması ve bu şuur ile bütün ibâdetleri Allah’a takdim etmesidir. Bu küllî vazifeyi de namaz ile yapar. Yani insan namaz ile yerlerin ve göklerin ilâhı olan Allah’a sevgili olduğu gibi, yeryüzüne halife ve sultan ve hayvanâta reis ve komutan olur ve bütün mahlukâtın üstüne çıkar.

Resûlullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Şunu bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır.” (İbnu Mâce)


2. Namaz, âdetleri ibâdete çevirir: Namaz, diğer mubah dünyevi amelleri güzel bir niyet ile ibâdet hükmüne geçirir. Namaz kılanın oturması, yatması, yemek pişirmesi ve çalışması gibi dünyevî ve sıradan işleri basitlikten çıkar ibâdet hükmüne geçer. Gün içinde toplam bir saatini namaza ayırmakla diğer yirmi üç saati hayat bulur. Âhirete güzel ve kârlı bir yatırım yapar. Hatta yapılan iyiliklerin ancak namazla hayat bulduğunu şu iki hadîs-i şerif ikaz eder.


3. Namaz Berekete sebeptir: Namaz, çalışanın kazancında berekete vesîle olur. Geçim derdine dalarak namazın terk edilmesi ve ardından “çalışmak da ibâdettir” sözleri vicdanı susturma çabasından başka bir şey değildir. Çünkü çalışmak ancak namaz kılmakla ibâdet olur. Kur’an’da Rabbimiz:“Ehline namaz kılmalarını emret. Kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz.” (Taha, 132) buyurarak insanın asıl vazifesini hatırlatmaktadır. Resûlullah (asm) ise, namazın rızkın bereketine vesîle olduğunu Hz. Ebû Hureyre’ye şöyle ifade etmiştir:“Ebu Hureyre! Ailene namaz kılmalarını emret, Allahu Teala sana hesaba katmadığın yerden rızık gönderir.” (İhyâ)

4. Namaz, cisme sıhhat, ruha, kalbe ve akla huzur verir: Namaz kılan insan; fıtratın gâyesi ibâdet olduğu için, vazifesini yerine getirmiş olmanın rahatlığını duyar.Rabbine itaat etme lezzetini hisseder. Namaz, cisme hiçbir şekilde külfet olmayıp harekatıyla bedenin şifasına vesile olduğu gibi, ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatını sağlar. Hz. Huzeyfe, “Efendimiz (asm)’ı herhangi bir şey üzecek olursa namaz kılardı” demiştir. Namaz kılmayan insana yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah’ın tekrar tekrar emrettiği namaza karşı yaptığı tembellik, elbette manevî, büyük bir azap ve sıkıntı verir. Bu azap insanın küçük bir vazifesizlikle küçük bir âmirinden aldığı ikaz sıkıntısından elbette çok daha ağırdır. Namazı terk etme cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntılar çeken namazsız insan o sıkıntı ve huzursuzluktan kurtulmak için kendini eğlenceye sevkeder. Sefih eğlenceler de ahlâkını bozar. Böylece dünyası ve âhiretine dair ümitsiz bir hayat geçirmek suretiyle acı bir zarara uğrar.

5. Namaz, îmanı artırır, şirk ve küfürden uzaklaştırır: Namazın hakkıyla edâ edilmesi, îmanı ziyadeleştirir, kuvvetli ve sâbit kılar ve kulu Allah’a yakınlaştırır. Günde beş vakit huzura çıkmakla kalplere ve akıllara Allah’ın büyüklüğünü idrak ettirir ve ilâhî kanuna itaate sevk eder. Allah’ın rızâsını kazandıracak sair ibâdetlere de şevk verir. Namaz günahlara ve kötülüklere karşı sakınma ve nefret hissi uyandırırken, namazsızlık günaha cesaret verir. Efendimiz (asm) şu hadis-i şerifleriyle, ümmetine namazla îmanlarını muhafaza etmelerini ikaz etmiştir:
“Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” (Müslim)

"Temizliğini tam yapıp beş vakit namazı sürekli vakitlerinde kılanın namazları kıyamet günü kendisi için nur ve delil olur.” (İmam Ahmed, İbni Hıbban)
“Bir namazı kasıtlı olarak terk eden kişi Muhammed (asm)’ın ümmetinden uzaklaşmış olur.” (İmam Ahmed, Beyhaki)

6. Namaz kötülüklerden alıkoyar: “Îman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar”(İbrahim, 31) âyetinden anlaşılıyor ki iman namazı netice verir. “(Ey Resülüm!) Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı hakkıyla eda et! Şüphe yok ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden (insanı) alıkoyar. (Namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise, elbette (her şeyden ) en büyük olandır. Ve Allah ne yaparsanız bilir.” (Ankebut 45) âyetinden anlaşılan ise namazın hakkıyla eda edildiğinin alâmeti, kötülüklerden alıkoymasıdır. Demek ki, kâmil bir îmandan dosdoğru bir namaz, dosdoğru bir namazdan ise güzel ahlak ortaya çıkacaktır.
“Sahih ve doğru bir şekilde namaza devam edildikçe iyilik artar. Resulullah (sav)’dan rivâyet olunmuştur ki: ‘Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazla Allah'tan uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz’ buyurmuştur. Onun için İbnü Mes’ud Hazretleri demiştir ki: ‘Namazını gereği gibi yerine getirmeyen Allah Teâlâ’dan uzaklığı artırmaktan başka bir şey yapamaz.’ Bunun sebebi, çünkü namaza itaat, onun sınırlarını gözeterek hakkıyla kılmaktır. Onun sınırında ise açık ve gizli bütün kötülüklerden men ve alıkoyma vardır.”(Elmalı)

7. Namaz, günahlara kefârettir: “Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi vakitlerinde) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde (akşam, yatsı ve sabah vakitlerinde) ise namazı hakkıyla eda et! Muhakkak ki iyilikler, (büyük günahlardan kaçınmak şartıyla) kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir nasihattir.” (Hud 114)
“Hâsılı işte bu beş vakit namazı ikame et. Zira şurası kesindir ki, iyilikler kötülükleri giderir. Yani her namaz bir hasenedir, beş vakit ise hasenattır. Hasenata devam edildikçe seyyiat, yani kötülükler silinir gider, işte bu muhakkaktır. Binaenaleyh beş vakit namaza devam edildikçe arada beşeriyet icabı işlenen bazı seyyiat da silinir gider. Beş vakit namaz, arada meydana gelebilecek küçük günahlara keffaret olur.”(Elmalı)

Efendimiz (asm) bu mevzu hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Namazlar büyük günahlardan kaçınıldığı sürece aralarındaki küçük günahlar için birer kefarettir.” (Müslim)

“Namaz insanın kapısının önünden akan tatlı ve tertemiz bir ırmağa benzer. Günde beş defa o nehre girip yıkanan bir kişinin üzerinde kir namına bir şey kalır mı dersiniz?” (İmam Ahmed, İmam Malik, Nesai, Huzeyme)

Ebu Musa el-Eş’arî (ra) ise şunları söylemiştir:


“Bizler günah yüklerimizi gitgide ağırlaştırıyoruz. Ancak kıldığımız farz namazlar kendisinden önceki günahların kefareti olur. Ama daha sonra günah yükümüzü bir daha çoğaltırız. Ondan sonra kılacağımız namaz da onun için kefaret olacaktır. (Kenz)

NAMAZIN MAKBULİYETİ NAMAZDA HUŞÛ NİSBETİNDEDİR.

Huşû, Allah’ın huzurunda olduğunu, O’nun her an kendisini gördüğünü bilerek hürmet, tevazu, haya ve huzur içinde ta’dîl-i erkâna riâyetle namaz kılmaktır. Korku ve muhabbetten hâsıl olan bu edep hali, namazın makbuliyeti için esastır.

Avam bir kimsenin -hissetmese bile- bir anlık huşû elde etmesi onu namazın hakikatinden hissedar eder. Namazın derecelerinde mertebeler çoktur. Herkes bulduğu huşû nisbetinde namazın nûrânî hakikatinden hissedar olur.

Huşûu bulmanın öncelikli sebebi, Allah için namaz kılınmaya devam edilmesidir. Sesli ve geniş mekânlar kalp dağınıklığına sebep olduğu için mümkün olduğu kadar namaz esnasında sükunetli ve dar yerler huşû bulmak için tercih edilir. Hazırda mevcut olan bir işin yapılmamasıyla kalpte oluşan dağınıklık da huşûa mani olur. Bunun olmaması için mevcut işin yapılmasından sonra namaza yönelmektir. Zira Resulullah (asm): “Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de getirmeyin.” buyurmuşlardır. Kalbi istila etmiş diğer endişe ve malayani işlerden kurtulup huşûu bulabilmek için ise, namazda okunan surelerin manalarıyla ve namazın mahiyetine dair ilmî mevzulardan istifade edip tefekkür kazanmak gerekir. Risâle-i Nûr’da, bilhassa 9. Söz’de namazın rûhu olan huşûu bulduracak orijinal bir tefekkür mevcuttur.

Resûlullah (asm) bir kimseyi namazda sakalı ile oynarken gördü ve: “Kalbinde huşû ve hudu’ olsaydı, eli edep üzere olur, azası da kalbi gibi olurdu” buyurdular. (Hâkim, Tirmizî)

Namazın başka bir meşguliyeti barındırmayacağı konusunda ise: “Şüphesiz namazın kendisi başlı başına mühim bir meşguliyettir” buyurmuştur. (Müslim)

Ve huşûu kazandıracak şu tavsiyede bulunmuştur: “Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin namazı gibi namaz kıl.” (İbni Mace, Hakim, Beyhaki)
Rabbimiz, bizi ve neslimizi namazda mukîm kılsın. Bize ve neslimize namazı sevdirsin. Bize ve neslimize namazı hakkıyla kılmayı nasîb eylesin. Âmîn.



Resûlullah’ın (asm) namazı konusunda Abdullah bin Şıhhîr (ra) şöyle demiştir: “Bir keresinde Rasûlullah’ın (asm) yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve göğsünden kaynamakta olan kazanın fokurtusu gibi ağlamaklı iniltisi duyuluyordu.” (Ebû Dâvûd, Nesâî)
Efendimiz (asm) geceleri ayakları şişinceye kadar gece ibâdeti yapardı. Kendisine “Ey Allahın Resûlü! Allahu Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamamış mıdır? Kendinizi niçin bu kadar yoruyorsunuz?” denildiğinde de “Rabbime çok şükreden bir kul da mı olmayayım?” buyururlardı. (Kenz, Heysemî)

Hz. Ali (ra), namaz vakti girdiğinde ürperir, renkten renge girerdi. Kendisine “Ne oldu ey mü’minlerin emîri?” diye sorduklarında “Allahu Teâlâ’nın göklere yere ve dağlara arz ve teklif edip de onların yüklenmekten çekindikleri ve endişeye düştükleri ama benim üstlendiğim emaneti yerine teslim etme zamanı geldi” cevabını verir. (İhya)

NAMAZIN VAKTİNDE KILINMASININ GEREKLİLİĞİ
Namaza şevkle kalkarak vaktinde kılınmasında Allah’ın rızası bulunduğu için ehemmiyeti büyüktür. Fahreddin-i Râzî Hazretleri, namazı vaktinde kılanın dünya hırsı ve emelinin olmayışını şâyet dünyaya muhabbeti olmuş olsaydı; dünya işlerini terkederek, âhiret işlerinden olan namaza sürat etmeyeceğini söylemiştir. Namaza tembel tembel kalkmak ise Kur’anda münâfıklara ait vasıflardan zikredilmiştir.“Hem (onlar) namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar” (Nisa, 142)

Sa’d bin Ebî Vakkas (ra) der ki: “Rasûl-i Ekrem’e (asm):
 “Allah Azze ve Celle’nin ‘onlar kıldıkları namazdan gâfildirler (Mâûn, 5)’ âyetinden maksat kimlerdir?” diye sordum. Rasûlullah (asm):
 “Onlar namazlarını vakitlerinde kılmayıp, geç bırakanlardır” buyurdu.” (Bezzar)
Ve Resülullah (asm) buyurdular ki: "Namazın ilk vaktinde Allah'ın rızası vardır. Son vaktinde de affı vardır."



NAMAZA İTİRAZ EDEN NEFSE, AKLÎ İTİRAZLAR

* Namaz kılmak meziyet değil insan olmanın gereğidir. Yani namaz, insanî bir borçtur. Evet, insan ücretini önceden almış ona göre de hizmetle vazifelendirilmiş. Var olmayı, hayatı, göz kulak gibi bütün duyguları Allah insana vermiş ve yeryüzü kadar geniş bir nîmet sofrasını önüne sermiş. Ve hayat, insaniyet ve İslâmiyet ile de kıymet kazandırmış. Bu nîmetlerin borcu hükmündeki namazı terk etmek Allah’ın nîmetlerini bir hırsız gibi yutmak değil de nedir? Acaba hangi insan olan insan bu sıfatı kendisine yakıştırabilir!?

* Öldükten sonra dirileceğine iman eden elbette bilir ki; hakîkî ömrümüz ahiret hayatıdır. Kısacık dünya hayatımıza yirmi üç saati sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan âhiret hayatımıza sarf etmemek hangi aklın kabulüdür!?

* Bedenin yemek, içmek, nefes almak gibi ihtiyaçlarını üşenmek şurda dursun, zevkle karşılamaktayız. İnsan sadece cisimden ibaret olmadığına göre ruh, kalp ve latifelerimizin gıdası olan namaz neden bize usanç veriyor!?

* İnsanın hakîkî saadeti cennet hayatıdır. Cennetin anahtarı olan ve külfeti çok az ve hoş, güzel ve ulvî bir hizmet olan namaza, günde sadece bir saat ayırmak cennete müştak insana nasıl ağır gelebilir?!

* Dünya işlerinin ağırlıklarına karşı kalbe manevi kuvvet, karanlık kabirde ışık, Mahkeme-i Kübrâ’da kurtuluş senedi ve elbette geçilecek olan sırat köprüsünde Burak olan namaz insana şevk vermiyorsa, ebedî cehennem korkusu da mı gayret vermiyor?!

* Acaba insanın vazifesi nedir? Hayvanlar taifesi gibi sadece dünya için çabalamak mı, yoksa hakîkî bir insan gibi hakîkî ve ebedi bir hayat için çalışmak mı? En lüzumlu işimiz Allah’a kulluk iken hiç ölmeyecekmiş gibi lüzumsuz işlerle vakit geçiriyoruz. Velhasıl; Namaz Kılmıyorsak Biz Neden Yaşıyoruz!?

İrfan Mektebi dergisinden



İslam'da Namaz Nedir?
İsmail Raci ve Luis Lamia el-Faruki

Namaz; cemaat halinde eda edildiği zaman,
aynı saftaki müslümanı sosyal ve siyasi eşitliğe, evrenselliğe,
kardeşliğe ve diğer kardeşleriyle ilgilenmeye,
onları desteklemeye teşvik eder.

İslam'da namaz Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e vahiy suretiyle anlatılmış, sınırları ve şekli belirlenmiş özel bir ibadettir. Biçimindeki herhangi bir değişiklik onu hükümsüz kılar. Namaz, formal olduğu kadar, bütün müslümanlara farz kılınmış bir disiplindir. Onu mü'minlere mecbur kılmakla İslam, mensuplarını disipline etmeyi amaçlamış ve Allah'ın varlığının sonsuz bilincini korumuştur. Namaz, zamanı bölümlere ayırarak müslümanı sağlıklı ve düzenli bir hayata alıştırır. Temiz suyla alınan abdestle o, tazeleyici ve temizleyici bir ameliye olarak kabul edilir. Ayağa kalkma, diz çökme, secde ve oturma değişimleriyle, aynı zamanda vücut içinde bir egzersiz görevi görür . Namaz maddi ve manevi itminanı ve ruhi hazzı beraberinde getirir. Zihni günlük işlerden uzaklaştırmak,

Allah'a ve O'nun emirlerine ve varlığına konsantre olmak, kendini mutlak ve evrensel hükümdarlığa yükseltmektir. İbadet eden kişi, bu gibi uygulamalarla hayata ve onun problemleriyle karşılaşmaya öncekinden daha hazır olarak çıkar. Namazın mahiyeti, dini ibareler yoluyla akla gelen fikirler, insanı arzu dolu kılar; onu hayırlı işlere yöneltir; kötüden kaçınmaya, dünyayı iyilikle doldurmaya olan azmini güçlendirir. Nihayet cemaat halinde eda edildiği zaman, aynı saftaki müslümanı sosyal ve siyasi eşitliğe, evrenselliğe, kardeşliğe ve diğer kardeşleriyle ilgilenmeye, onları desteklemeye teşvik eder (*). 

Kainattaki bütün varlıklar; güneş, çayır, çimen, ağaçlar, zikir halindedir. Sürü halinde uçan kuşlar, dağlar, taşlar keyfiyeti bize meçhul bir tesbihat ile Allâh'a kulluk ederler. Bitkilerin ibadeti kıyam halinde; hayvanlarınki rükû halinde; cansız olarak isimlendirilen nesnelerinki de yere kapanmış vaziyette, yani secde halindedir. Sema ehlinin durumları da böyledir. Meleklerin bir kısmı kıyamda bir kısmı rükûda, bir kısmı secdede bir kısmı da tespih ve tehlil'de... Ancak Allah'ın mü'minlere bir miraç olarak ikram ettiği namaz ibadeti ise bütün ibadetlerin camî (tamamını bünyesinde barındıran) bir muhtevadadır. Dolayısıyla gerçek namaz kılanlar yerde ve gökte tüm varlıkların yaptığı ibadeti içine alan bir ibadet yapmış olurlar. 

Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki:Namaz, yüce ve büyük olan Allah'ın rızasını kazandırır. Meleklerin sevgisine nail eder. Peygamberlerin yoludur. Mârifet nurudur. îmanın aslıdır. Duanın icabetine vesiledir. Amelleri makbul kılar. Rızka bereket getirir. Vücuda rahatlık verir. Düşmanlar üzerine silahtır. Şeytanı uzaklaştırır. Ölüm meleği ile musallî arasında şefaatçidir. Kabirde kandildir ve orada yaygıdır. Münker ve Nekir meleklerine cevaptır. Kıyamete kadar kabirde can yoldaşıdır. Kıyamet günü olduğunda namaz kılanların üzerine bir gölgeliktir. Başına taçtır. Bedenine elbisedir. Önünde giden nurdur. İnsanlarla arasına getirilen bir perdedir. Rableri huzurunda mu'minlerin hüccetidir. Mizanda ağırlıktır. Sıratta geçiştir. Cennete anahtardır. Çünkü namaz tesbihtir, hamttır, tâzimdir, kırât ve duadır. Hasılı faziletli amellerin tümü, vaktinde kılınan namazdadır. (Tenbîhü'l-Gafilîn, 293) 

Namaz Nasıl Farz Kılındı?

Farzlar, Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e Cebrâil vasıtasıyla bildirilmiştir. Fakat beş vakit farz namaz, bunlardan ayrı olarak mirâc gecesi bizzât Cenabı Hak tarafından Âlemlerin Efendisi'ne bir hediye kabîlinden takdim buyurulmuştur. Başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, Musâ -aleyhisselâm-'ın semâda Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ;"

- Yâ Rasûlallâh! Ben, senden evvel İsrâîl oğulları'nda tecrübe ettim. Elli vakte senin ümmetin de güç yetiremez!"

şeklindeki tavsiyesi dolayısıyla Rasûlallâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, o gece Cenâb-ı Hakk'a beş defa mürâcaat ve münâcat eyledi. Nihayet namaz beş vakte indirildi.

Hazret-i Mûsâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ;"

- Buna da güç yetiremezler!" dediyse de Rasûlallâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-;"

- Bundan başka tenkîsi Rabbimden istemeye hayâ ederim." diyerek beş vakitte karar kıldı.Ancak Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in duâsı bereketiyle merhamet eyleyip namazı beş vakte indirmenin yanında o vuslat gecesi olan mirâcda Resûlü'ne şu müjdeyi de lütfetti:"Ey Resûlüm! Benim katımda söz asla değişmez. Bu beş vakit namazın karşılığında sen, elli vaktin ecrini alacaksın." (İbn-i Mâce, İkâmetü's salât, 194)

Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-, ümmetine bu beş vakit hususunda şöyle buyurur:Allâh Teâlâ buyurdu ki; "Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım. Kendi katımda verilmiş bir söz vardır. Kim o namazları tam vaktinde kılarsa, onu mutlaka cennete sokacağım. Kim de o namazları korumazsa, katımda ona verilmiş hiçbir söz yoktur."(İbn-i Mâce, İkâmetü's salât, 194),

(*) İslam Kültür Atlası, İsmail Raci ve Luis Lamia el-Faruki s.162., İnkılab Yay., İSTANBUL.


Namaz kılmayanın 15 sıkıntısı

 

“Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Namazı özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir.

Bunlardan altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden

kalkarkendir.

 

Dünyada çekeceği azaplar:

1- Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz.

2- Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine kalmaz.

3- Hiçbir iyiliğine sevap verilmez.

4- Duâları kabûl olmaz.

5- Onu kimse sevmez.

6- Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi duâlarının buna fâidesi olmaz.

Ölürken çekeceği azaplar:

1- Zelîl, kötü, çirkin can verir.

2- Aç olarak ölür.

3- Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.

Mezarda çekeceği acılar:

1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.

2- Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar.

Cehennem ateşi dünya ateşine benzemez.

3- Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına

benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.

Kıyâmette çekeceği azaplar:

1- Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz.

2- Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.

3- Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır.)

Namaz kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat

görmez. Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma’nevî huzûru

olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz...

 
  Toplam 75775 ziyaretçi (140749 klik) burdaydı! ARAMADIN KI, BULASIN.....  
 
***"Bir damla gözyaşında saklı “Can” ,,, Bir damla gözyaşı “Can”a hayat bulduran ..."*** "Suskunluğumu en güzel dua kıl YA RABB! ...."*** Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol