*** SEVGİ YOLU ***
  Tasavvuf
 

TASAVVUF
Bizlere sayısız nimetler ihsan eden Allah''ü Telalaya ne kadar şükretsek azdır, hale bazı nîmetler vardır ki; ömrümüz boyunca gece ve gündüzümüzü ibâdet geçersek bir tek nîmetin şükrünü edâ etmemiz mümkün değildir. Bunlardan biriside, Müslüman anne ve babadan dünyaya gelmemizdir. Her nîmetin bazı külfetleri vardır, okula başlayan bir öğrenci kayıt yaptırdıktan sonra ders çalışma, okulda disiplini olma vs. gibi bazı sorumlulukları vardır. "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim"? diye buyurduğunda bütün ruhlar secdeye kapanarak "Yâ Rabbiseh bizim Rabbimizsin " dedikten sonra dünyaya gelip en geç bulûğ çağına vardığında "LÂ İLÂHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESÛLULLAH" diyerek ikinci sözünü veren insanında bazı sorumlulukları vardır. Bunlar Allahü Telalanın Kur''an''ı Kerimde buyurduğu; yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini de yapmamaktır. İki kolda toplanan bu tebliğanın tek kanadı olmayan kuşun uçamayacağı gibi bunlarında ikisini yapmayan kişi iman etmiş sayılmaz. Kanatlardan biri; farz, vacip, sünnet, müstehap, öbür kanat ise haram ve mekruhtur. Asıl Önemli olan bu emirleri yerine getirdikten sonra onunla yaşayıp onunla ölmektir. Allah''ın (cc) emirlerinin yasak sayıldığı bir sistemde kişinin îmanını muhafaza edebilmesi, avuç içinde kor (ateş) saklamak gibidir. îmanı muhafaza edebilmek zâhirde ibâdet ve şeriat, batında ise dış ölçülerden nokta feda etmeksizin aşk ve muhabbetle olur ki, buna da tasavvuf denir. Tasavvuf, islamı en ince ayrıntılarıyla hayata tatbik etmektir. Tasavvuf zikirdir, tasavvuf kâlp temizliğidir. Kalp ise imanın yeridir. Allah''ü Teâla (Hucürat Sûresi 14. âyetinde) "Bedeviler îman ettik derler. Deki; Siz îman etmediniz; ama bâri Müslüman olduk deyin çünkü îman henüz kalbimize yerleşmedi" diye buyurmaktadır ki, buda ancak tasavvuf olur. Kâbil, Hâbil ölürdü ne yapacağını bilemedi, kardeşinin cesedini günlerce gezdirdi sonra bir karganın başka bir kargayı öldürüp gömdüğünü görünce o da Hâbil toprağa gömdü. Kâbilin mürşidi karga oldu. Beyâzıdı Bestâmi, mürşidi olmayanın, mürşidi şeytandır, dediler ve yine Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz miraca çıktığında sitrei müntehaya varınca Cebrâil (a.s) Yâ Resulullah ben dahi buradan ileri gidersem yanarım dediğinde Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz "Ben buradan öte nasıl giderim" dediğinde aşk ve muhabbetle cevabını almıştır. Cebrail (a.s) aşk ve muhabbetle dediğinde tasavvufu tarif etmiş olmakta ve kendiside bu yolculukta Peygamberimiz (s.a.v)''e mürşit (kılavuz) olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz Hz. Ebu Bekir (r.a)''le hicret ederken Sevr mağarasına sığınan, arkalarından gelen küffar topluluğu mağaranın kapısına geldiklerinde Hz. Ebu Bekir (r,a) korkar bunun üzerine Peygamberimiz (s,a,v) Efendimiz ya Ebû Bekir korkmaya lüzum yoktur. Gizli olarak Allah''ü Teâla yı zikret, Allah bizimle beraberdir." Buyurdular. Bir süre sonra yine aynı korku gelir, Hz Peygamber (s.a.v) yâ Ebû Bekir sessizce Allah''ü Tealanın izni ile diyerek şahadet parmağı işaretiyle bir kapı açılır, orada bir deniz , içinden bir gemi beklemekte olduğu görülür, Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz "yâ Ebû Bekir, onlar mağaranın kapısından içeriye girirlerse bizde bu gemi ile buradan gideriz" diye buyurmuşlardır. Hz. Ebû Bekir''in kalbine gelen ilhamla ve Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizden aldığı emirle zikir burada başlamıştır. İşte tasavvuf budur. Allah''ü Teâla (Necm Sûresi) 3. âyeti ile) "O, konuştuğu zaman boş konuşmaz" diye buyururken Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin doğru yola sevk ettiğine şâhitlik etmektedir. Allah''ü Resûlü''nden bize ulaşan pek çok haber ve rivâyet vardır, bunlarla amel etmek bütün Müslümanların boynunun borcudur. Allah''ü Teala (Araf Sûresi 158. âyetinde) "O"na tabi olun ki hidâyete erişesiniz" buyururken her müslümanın Allah Resûlünü kendisine örnek alması gerektiğini emir buyurmuştur. Öyle ki; Ona tabi olanlar O''nun yücelttiğini yüceltir, küçük gördüğüne değer vermezler, O''nun çirkin gördüğü çirkin, O''nun güzel saydığını güzel sayarlar, beğendiğini beğenir, beğenmediğini terk ederler, O''nun sabrettiğine sabreder, O''nun düşmanlık beslediği ne düşmanlar, dostlarına da dostluk besler, O''nun kaçındığı şeyler den kaçınırlar, O''na tâbi olmayı esas, O''ndan uzaklaşmayı bid''at ve bâtıl sayarlar. Daha sonra Hayber kalesinin fethinde Hz. Ali (kv) Allah''ın izni ile Peygamberimizin işâretiyle kale kapısını söker bir tarafa koyar ve kale fethedilir, ama daha sonra bu kapıyı yetmiş kişi kaldıramaz ve kapıyı Hz. Ali (kv) tekrar kaldırır, işte o zaman cehrî zikirle başlayan Kadirî tarikatı daha sonra adını peygamberimizin torunlarından GAVSULÂZAM HZ. ABDULKÂDİR GEYLÂNİ (ks) den almıştır. Ehli beyt yolu olan kadiri tarîkatı Peygamber (sav) Efendimizden bu güne kadar mihrabı hiç boş kalmadan gelir. Ve kıyâmete kadarda devam edecektir. Bu kadar güzel bir yola girmek her kula nasip olmaz. Allah (cc) bizleri bu yola giren ve bu yolun kıymetini bilen ve bu yolda ölenlerden eylesin. Kainatın en şerefli varlığı olarak yaratılan insanoğlu, bu şerefini koruyabilmek için, madden ve mânen, zâhiren ve bâtinen Allah''ü Teâla ya kulluk yapmak mecburiyetindedir. İnsanlara her konuda örnek ve önder olan Allah Resûlü (s.a.v) ahlakî faziletler ve Allah''ü Teâla va kullukta biz mü''minler için güzel bir numûnedir. Tasavvuf: Ahlâk ve kalb ilmidir. Kâlbi kötü huylardan temizleyip iyi huylarla doldurmak, nefs-i emmareden doğan tembelliklerin ve sıkıntıların giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hasıl olması, gafletten uzaklaşıp her an Hak''la olmaktır. Tasavvuf: Hakka yaklaşarak mârifet ve muhabbeti elde etmek, neticede yaradılış gâyesi olan Hakkın rızasına kavuşmak için nefsi terbiye ile olgunluğa ve güzel ahlaka doğru seyrettirme yolu ve metodudur. Halk içinde Hak ile olabilmek tasavvufun gâye ve neticesini ifâde eden bir prensiptir. O halde tasavvuf bir yönü hak ile diğer yönü halk ile olan, diğer bir tabir ile; içi Hak ile dışı halk ile olan insanlar yetiştirir. Tasavvufun tavsiye ettiği Hakla birlikte olma hâli, hayat şartlarını, cemiyet ve yaşama kaidelerini büsbütün terk etmek "bir lokma bir hırka" ile yetinerek yokluğu bir kulübede aramak anlamında değildir. Tam bir yalnızlık içinde Allah''ü Teâla ile baş başa olma hâli, madde ve şekilden ibâret bir hâl değil, gönül ve kâlb işidir. Dünyaya düşkünlükten kurtulmadır. Ahlâk ve kâlp ilim olarak nitelendirdiğimiz tasavvufun hedeflerinden biri insanın "ihsan" kalitesine ulaşmasını sağlamaktır. Hadisi şerifte belirtildiği gibi "İhsan: Allah''ü Teâla yı görüyormuş gibi ibâdet etmektir". İnsanın kalbini ıslah edip "ihsan" sırına ermekle her an Rabb''ı ile olma şerefine nâil olur. Kalbin ıslahı için Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz "iyi bilinki vücutta bir et parçası vardır, o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozuk olursa bütün vücut bozulur, dikkat edin o kâlptir" buyurmuştur. Çünkü kâlp bedenin bütün azalarına karşı bir "emir" makamındadır." Bütün azalar kâlbin durumuna göre manevi hâl alır, bu yüzdende tasavvuf "kalbin ıslahı" ile uğraşmıştır, tâkı insana "ihsan" kalitesini kazandırıncaya dek. Bir bahçıvan bahçesindeki bir meyve ağacını temizlememek için, nasıl onun lüzumsuz ve kuru dallarını keser, kökündeki otları ayıklarsa, tasavvufta ruh ve beden ağacına asâlet vermek, onları Allah''ü Teâladan alıkoyan şeylerden temizlemek için kötü huy ve hareketlerden ayırmaya çalışır. Bu yüzden Allah''ü Teâla ile sürekli ve şuurlu bir beraberliğe çağıran tasavvuf, insan ile "ihsan ile "ihsan" arasına giren engelleri kaldırmaya yönelik faaliyet gösterir. Tasavvuf, "nefsin temizlenmesini" gaye edinir. Kötü huy ve nefsani arzulardan uzaklaşarak Peygamberî ahlakla ahlaklaşmayı gâye edinir. Tasavvuf ehlinin büyüklerinden Cüneydi Bağdadi tasavvufu "Nefsin isteklerinden uzaklaşmak, Hz. Muhammed (s.a.v)''in yoluna tâbî olmak" şeklinde tarif etmiştir. Allah''ü Teala Kur''anı Kerim''de (Şems sûresi 9-10 âyetler) Muhakkak (Allah''ın küfür ve isyandan) temizlediği nefis kurtulmuştur. Kirleten ve kötülüklere gömen de hüsrana de hüsrana uğramıştır Allah''ın) azdırdığı kimse." Buyurarak nefis temizliğinin önemini işâret etmiştir. Nefislerini ıslah ederek Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin nurlu yoluna tâbî olan Sahabe-i Kiram ve tasavvuf ehli büyük velîleri hakkında Allah Resûlü (s.a.v) Ashabım, tıpkı yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyete ulaşırsınız" buyurur. Allah''ü Teâla yüce kitabımız Kur''anı Kerim''de (Yunus sûresi 62. âyet) "...... iyi bilin ki Allah''ın velîlerine korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" buyurmuştur. Tasavvuf: Sahabelerin, Allah dostlarının yoludur, Allah''ü Teâla ya zâhiren ve bâtinen kulluk yapabilmenin adıdır. Tasavvuf, Fıkıh ve hadisi gibi Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz döneminde de yaşanmıştır. Ashabı suffanın yaşantısı tüm özellikleri ile tasavvuf ehline örnek teşkil etmektedir. Çünkü onlar "Kişi sevdiğiyle berâberdir" Hadisi şerifine uyarak Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizi sevmişler, hemde öyle bir sevgi ki her şeyden ama her şeyden aziz bilmişler. Allah Resûlü (s.a.v) ile konuşurken "Annem babam sana fedâ olsun, buyur yâ Rasulallah" diyecek kadar sevmişler, O''nun parmağına küçük bir diken bile batmasın biz ölüme razıyız" diye sevgilerini belirtmişlerdir. O''nun (s.a.v) yaşadığı yaşantıyı aynen hayatlarında tatbik ediyorlar, buyruğunu kesinlikle yerine getiriyorlardı. Onlar, adına tasavvuf demiyorlardı ama tıpkı fıkıh ve siyer gibi öğrendiklerini hayatlarında tatbik ediyorlardı. Tasavvuf, Allah''ü Telalanın (En''am sûresi 90. âyet) "O peygamberler Allah''ın hidâyetine eriştirdiği kimselerdir, sende onlern gittiği yoldan yürü... "buyruğuna uyarak Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin yolundan yürümektir. Allah''ü Teala (Araf sûresi 158. âyet) "O''na tabî olun ki hidâyete erişesiniz" buyruğuyla hıdâyeti vâdetmektedir, fakat O''na tâbî olmak şartı vardır ki, o da ancak tasavvufta (ldün ilmi ile) olur. Kur''anda pek çok yerde geçen ledün ilmi Kehf sûresinde ve Hz. Musa (as) ile Hızır (as) kıssasında da geçmektedir. Hz. Musa (as) Firavun ve ordusunun Kızıldenizde İsrail kavminin gözü önünde boğulmasından sonra kavmini topladı. Onlara çeşitli konularda vaazlar verdi, kavmi, Hz. Musa''nın ilim ve mârifetteki derinliğine hayran kaldı, içlerinden biri; "Ey Allah''ın Peygamberi, şu yer yüzünde senden daha âlim kimse varmı? dedi" Hz. Musa (as) "Ben böyle kimse bilmiyorum"dedi O esnada kendisine vahiy gelerek: "İki denizin birleştiği yerde bir kulum varki, ona has bir ilim (Ledünni ilmi) verdim. Ümmetini seçkinlerinden biri ile ona git diye buyuruldu. Musa (as) arkadaşı Yuşa bin Nun (as) ile acele olarak sefere çıktı. Musa (as) kendisine vahy ile işâret edilen zâtı bir kayanın üzerinde hırkasına bürünmüş olarak gördü ve selam verdi. "Ben Mûsayım" dedi. Hızır (as)''da "Demek ki Benî İsrail Peygamberi olan Mûsa sensin dedi. Musa (as): "Bana Allah (cc) tarafından bildirilen, insanların ençok bileni senmisin? diye sordu. Hzır (as) cevaben: "Yâ Mûsa, Allah (cc) bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur, sana bir ilim vermiştir o da bende yoktur" dedi. Musa (as) Hızır (as)dan bu ilmi telakki etmek arzusunu bildirdi. Zâhiren anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acaip ve gaibden görülen bazı hakikatlerin hikmetini ondan öğrenecekti. Yine Kur''anı Kerimde anlatılan yolculuklarını yaparlar. Musa (as): Hızır (as)''a, "Sana öğretilen ilimden bana öğretmek şartı ile sana uyayımmı?" dedi. Hızır (as) dedi ki "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin." Musa (as): "İnşallah beni sabırlı bulacamsın ve senin hiç bir işine karşı gelmiyeceğim" dedi. Hızır (as) dediki "O halde bana tâbî olacaksın, kendisinden bir söz açmadıkça, bana hiç bir şey sorma." Böylece kalkıp gittiler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman, Hızır (as), gemiyi (bir balta ile delip) yaraladı. Musa (as) Ona şöyle dedi: "Geminin içindekileri boğasın diyemi onu deldin? Doğrusu çok büyük bir iş yaptın" Hızır(as) Sen benimle asl sabredemezsin demedimmi? dedi. Musa dediki: "Beni unuttuğum şeyle muahaze etme ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma". Yine gittiler. Nihayet bir oğlana rastgeldikleri vakit. tuttu Hızır (as) bunu öldürüverdi. Mûsa (as) dedi ki: "Tertemiz (günah işlenemiş) bir kimseyi, bir can karşılığı olmaksızın öldürdü ha... Doğrusu görülmemiş bir şey yaptın." Hızır (as) dedi ki: "Sen benimle asla sabredemezsin demekdimmi sana? Musa (as) şöye dedi: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Doğrusu tarafımdan (yapılacak) son özre ulaştın. -Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir memleket halkına vardılar ki, ora halkından yemek istedikleri halde, kendilerini misâfir etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, Hızır (as) onu hemen doğrultuverdi. (Musa (as) Ona) dedi ki; "İsteseydin bu işine karşı bir ücret (ekmek parası) alırdın". -Hızır şöyle dedi: "İşte bu itiraz, seninle benim aramın ayrılmasına sebep olmuştur, sana o sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim:" - Evvela gemi, denizde çalışan birtakım yoksullarındı. Ben, o gemiyi kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) ötelerinde, her sağlam gemiyi zorla alan bir padişah vardı". -Oğlana gelince, onun ebeveyni mü''min kimselerdi. Bunun için oğlanın bunları azgınlık ve küfür ile sarasından sakındıkda, İstedikki, onların Rabbi bu oğlanın yerine, kendilerine temizlikçe daha hayırlısını merhametçe daha yakınını versin. -Duvara gelince bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı. Duvarın altında bu oğlanlar için saklı bir defile vardı. Babalarıda sâlih bir kimse idi. Onun için Rabbin dilediki, ikisi de rüştlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar. Bu Rabbinden bir merhamet İDİ. Ben bunları kendi görüşümle yapmadım (Allah''ın emriyle yaptım). İşte senin sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur". Kur''anı Kerimde, Kef süresinde (60-82 ayetler) anlatılan bu hadise, bir tasavvuf ilmini ve bu ilmin varoluşunu en güzel şekli ile izah etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, Bedir savaşında iki safın karşılaştığı sırada yerden bir avuç toprak aldı. Düşman tarafına attı. O toprak düşman tarafında bulunanların gözlerine girip hepsini gözlerini oğuşturmaya mecbur etti ve neticede de mağlup oldular. Bunun üzerine "Habibim, o toprağı attığın vakit sen atmadın, lâkin, Allah (cc) attı". Buyuran Ayeti kerime nazil oldu. Bu âlemde "tasarruf (ilahi yardımla tabii şartları aşarak, bir takım olağanüstü işlere muvaffak olmak) sahibi" Allah''ü Teâladır, ancak, bu kum atması, Hz. Meryem''in kuru ağaçtan hurma toplaması, oysa ki Hz. Meryem peygamber de değildi ama O''nun lütfuna mazhar olmuştu. Yaradılış gayesine uygun olarak yaşayanlar, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin yolundan yürüyenler için Allah''ü Teâla bir âyeti kerimede" ....Bilesiniz ki Allah (cc) dostlarına korku yoktur. Onlar mahsunda olmayacaklardır. Yunus suresi 62. Ayet)" buyuruyor. Yaradılışta her peygamber, kendine mahsus mümtaz vasfı ile sıfalanmıştır. Mesela: İbrahim (as): Allah''ü Teâladan başka gönlünde hiçbir şeye yeri olmayan anlamında "Halilullah", Musa (as): Allah''ü Teâlâ ile konuşan hayatı celâl sıfatının tecellisinde olan manasında "Kelimullah", İsa (as): Bâtın tasfiyesi ve nefs tezkiyesi ile ahlakda kemâle ermiş anlamında "Ruhullah" namını kazanmıştır. Kendisinden önce gelen peygamberlere dahi şefaat etme hakkı kazanan Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizde ise, yüzyirmidört bin veya iki yüz yirmidört bin peygamberin seçkin ve en ulvi vasıfları, kemâle ermiş bir şekilde O''nda (s.a.v.) toplanmıştır. "Alimler peygamberlerin vârisleridir"diye buyuran Allah Rasulü (s.a.v.) Allah''ü Teâlanın izni ile şefaat hakkının bile vârislere geçebileceğini buyurarak, tasavvuf ehlinin gözdesini işaret buyurarak aynı zamanda tasavvufu da mecâzi olarak târif etmiştir. Ümmetimden bir zat vardır ki, şefaati sayesinde Rabia ve Mudar kabilesi kadar insan cennete girecektir. Bu zat Üveys Karânidir buyururken başka bir hadis tede "Ümmetim içinde elham ve keşfe mazhar bazı insanlar vardır. Ömerde bunlardan biridir". Buyurulur. İslamın en büyük mucizesi Kur''anı Kerimdir, tasavvuf ise Kur''anı Kerimin kalbidir. O nâzil olmadan insanlık, ilâhi emirleri yerine getiren ay ve güneşe rağmen büyük bir karanlıkta idi. Bu öyle bir karanlıkki, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, mazlum haklı da olsa hakkını alamıyor. Vs. Peygamberimiz (s.a.v.) efendimiz, O''nu tebliğe başladığında, Allah''ü Tealanın birliğini, Kur''anı Kerimin O''nun (cc) buyruğu olduğnu ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)in peygamber olduğnu kabul edenlerin ilk yaptıkları iş Allah Rasulüne beyat etmeleri oluyordu. Beyatın önemini Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz: "Halifesinin ismini bilmeden ölen kişi cahiliye döneminde ölmüş gibidir:" buyruğuyla belirtiyordu. Günümüzde ki müslümanlara bakıp, islamiyet hakkında kanaat sahibi olmak ne kadar yanlış ise, aslından uzaklaştırılmış tasavvuf müessese ve mensuplarına bakıp hüküm vermek de o kadar yanlıştır. Pakistanlı mütefekkir ve şair Muhammed ikbâl, sevgisizliğin meyadna getirdiği felaketleru şu sözleriyle ifade etmiştir. "Dün gece Rabbbimin huzurunda ağladım, sızladım. Yâ Rab! Müslümanlar niçin böyle hor ve hakir oldular, dedim. Rabbimden şu sözlerin içimde yankılandığını hissettim, onların gönülleri var ama sevgileri yok." Sevgi, fedakarlık gerektirir. Sevmek vermektir, en değerli varlığınız kalbinizi vermektir. Oysa ki Hz. Ali (kv)''in "Bu kalıp kaldırılıp, kıyâmet ortaya çıksa benim yakinim artmaz" buyurması, hakikati görmenin, ölmede nönce ölmenin, tertemiz kalbini Allah''ü Teâlaya açmanın bir neticesi değilmidir. Tasavvuf günah işlemeye vâsıta olan maddi ve manevi kuvvetlerin zayıflamasını ve yerini sevaba vesileolanların almasını temin maksadına yönelik bir harekettir. İnsanda günah işlemeye vâsıta olan maddi uzuvlardır. (Kulak, göz, dil, el, ayak, karın ve tenasül uzvudur) Mânevi hastalıkların menbaı ise: Kibir, haset, riyâ, mal ve makam sevgisidir. Bu manevi hastalıklara yakalanmamanın, yakalanın da kurtulmasının yolu tasavvuf yoludur. Tasavvufun tarifi ve anlatımı sayfalara sağmız, ama onu şu üç başlık altında kısaca özetlemek mümkündür. 1. Allah''ü Teâlanın emir ve yasaklarına uymak 2. Allah Rasulünün ahlakı ile süslenmek. 3. Allah''ü Teâladan başka herşeyden kalben uzaklaşmaktır. Buradaki uzaklaşmak, dünyadan alakayı kesmek, O''nun nimetlerine kıymet vermemek ve insanlardan uzaklaşmak anlamında değil, bizzat onların içinde yaşayarak kalben bağlanmamaktır. Dünya nimetlerinden ise ihtiyaca cevap verecek kadar, kısacası yaşayabilecek kadar yararlanmaktır. Hava ve su gibi ihtiyaç olan tasavvufa tek kelime le "EDEP"tir de denebilir. 

Kaynak: Muammer Ersoydan Tasavvufi Risaleler (c) 1996 Ustaoğlu Kitabevi

 
  Toplam 75794 ziyaretçi (140768 klik) burdaydı! ARAMADIN KI, BULASIN.....  
 
***"Bir damla gözyaşında saklı “Can” ,,, Bir damla gözyaşı “Can”a hayat bulduran ..."*** "Suskunluğumu en güzel dua kıl YA RABB! ...."*** Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol